Hadi gelin hepberaber New York övelim! “O kadar güzel bir şehir ki tarif etmek imkansız”. “Manhathan ve çevresi özellikle. İnsanın aklını başından alıyor resmen”. Şaka şaka, biz NY’yi şaşırarak, bazen üzülerek, bazen de heyecanlanarak gezdik.
Öncelikle şunu söyleyelim, ikimizin de Amerika’ya ilk gidişi, doğal olarak NY’ye de. Her ne kadar ilk gidişimiz olsa da biz NY’yi biliyormuşuz. İlk gün otele yerleştik ve şehri biliyormuşçasına dolanmaya başladık. Şehrin her noktası bir filmin, bir dizinin ya da bir oyunun sahnesi.
Bu yazımızda sadece yemek kültüründen ve tavsiye edeceğimiz yemek yerlerinden bahsedeceğiz. Hadi başlayalım!
- New York’da oturarak bir şeyler yeme, içme işi pek zor. Çoğu kahvecinin oturma alanı yok mesela, özellikle Midtown denen daha çok iş merkezlerinin olduğu yerlerde imkansıza yakın. İlk gittiğimiz günlerde çok zorlandık, yürü yürü yoruluyoruz, bi yere oturup bir şeyler içelim, dinlenelim diyoruz. Sonra oturacak yer bulamayıp içeceğimizle yürümeye devam ediyoruz. Neyse son zamanlarda birkaç tane oturalabilir cafe, restoran keşfedebildik de rahatladık biraz :)
- Porsiyonlar: Hepimiz Amerikan boylarını filmlerden, dizilerden az çok biliyoruz. New York’ta yediğimiz yemekleri düşününce filmler, diziler hiç de abartılmış değilmiş. Tek bir porsiyonla 2 kişinin rahatlıkla doyabileceği birçok yemek yedik. Mesela ilk gün Murray’s denen bagelcıya gittik, sabah mahmurluğu ile 2 bagel, 2 kahve söyledik aman allahım. 1 bagel, 1 kahve söylesek de doyarmışız :) O sebeple ondan sonraki günlerde dikkatli olup azar azar sipariş vermeye başladık. Pizzacılarda böyle bir sorun olmuyor, genelde tek pizza söyleyip paylaştık. Çoğunluk da bu şekilde yapıyor. Ama bageldır, hamburger menüleridir, tatlılar, hele kahveler başka bir ırka hitap ediyor resmen :) En küçük boy kahvesi bile bizim bildiğimiz kahvelerin 2 katı. Neyse özetle birer porsiyon almayıp paylaşırsanız hem cebiniz hem mideniz rahatlar.
- Çeşitlilik: New York’a 1800’lerin sonundan 1950’lere kadar Avrupa’dan, Asya’dan insanlar göçmüş. Özellikle Avrupa’daki savaş dönemlerinde Doğu Avrupa’dan ve İtalya’dan çok fazla insan gelmiş. Sonra China Town denen bölgede ufak çaplı bi Çin var, şu an kaç kişi yaşıyor sayısını bile bilinmiyormuş :) Bir tarafta komşu Meksikalılar, Koreliler derken acayip çeşitli bir şehir haline gelmiş. Bu da tabi direkt New York’un yeme içmesine yansımış. Çok eski, bizim bildiğimiz esnaf usulü restoranları ile gerçekten yemek anlamında insanı oldukça tatmin eden bir yer New York. Bu yerler de kendi kültürlerini biraz Amerika ile harmanlayıp porsiyonları daha büyük, yemeklerini, tariflerini daha çeşitli hale getirmişler.
- İsraf: Şu başlık altında söylenecek o kadar çok şey var ki! Bu şehirde cidden yemek israfı ve plastik kullanımı inanılmaz fazla. Oturarak yemek yesen bile yemeği paketleyip veren yerler mi demezsin, eline geçen her şeyi plastik poşetlere koyan yerler mi. Zaten çöpe giden yemeklerin haddi hesabı yok. Şu ana kadar gördüğümüz en fena tüketen ve çevreye zarar veren şehirlerden birisi galiba. Diğeri de Cidde – Suudi Arabistan’dı. Berlin’de yaşayınca biz plastik kullanmamaya hatta atık üretmemeye çalışıyoruz. Koca New York’ta hiçbir önlem yok. :(
- Su ve Tuvalet: New York’un en sevdiğimiz yanlarından biri ise çeşme suyunun içilebilir olması ve restoranlarda suyun ücretsiz sunulması. Biz giderken yanımızda bi matara götürmüştük. Parklarda, bazı cafe ve kahvecilerde musluklar gördükçe matarayı doldurup ordan içiverdik.
Diğer bir konu ise halka açık tuvaletlerin ücretsiz olması. Sanıyoruz her parkta ücretsiz bir tuvalet gördük ve nispeten temizdi. Almanya’dan sonra bize farklı geldi. Nitekim Almanya’da AVM’deki tuvaletler bile paralı :) - Fiyatlar: New York; gezdiğimiz çoğu şehirden pahalı. Menüde güzel güzel fiyatlar görüyoruz, ancak öderken buna yemek için %8 vergi ekleniyor. Oturarak masada sipariş veriyorsanız bir de üstüne %20 bahşiş vermeniz gerekiyor ve menüde gördüğümüz fiyatın üstüne %25-30 gibi bir oran eklenerek menüde fiyatın bayağı üstüne çıkmış oluyoruz.
- Fast food diyebileceğimiz ayak üstü yemekler ortalama 10 dolardan başlıyor, aşağısına pek tanık olamadık.
- Oturarak yemek yediğimiz restoranlarda kişi başı içeçeğiyle en az 20 dolar ödedik. Hatta kişi başı 30-35’lere yediğimiz yerler dahi oldu.
- Bagellar içine koyulan malzemeye göre değişiyor tabi ama 4 dolardan başlayıp 10 küsürlere kadar çıkabiliyor. Yumurta falan ekletirseniz daha da artıyor. Bizim kendi tecrübemizden sonra en iyi bagelın, insanın malzemelerini kendi belirlediği bagel olduğuna karar verdik.
- Kahveler 4-5 dolar civarında.
- Biralar ise restoranlarda 7-10 dolar arasında değişiyor.
- Ödemeler: Restoranlarda hesabı ödedikten sonra fiş geliyor ve bahşiş elle oraya yazılıyor. Seçenekler arasında da genelde %18, %20 ve %22 gibi hesaplanmış değerler var. Neyse ki kendimiz hesaplamak durumunda kalmıyoruz :)
- Pos cihazlarına gelince çok enteresan pos cihazları gördük. Tablet görünümlü, kartın böyle tabletin enteresan bir yerine takıldığı veya okutularak ve pin yerine imzanın gerekli olduğu makineler. Berlin’de nakit yerlerin çoğunlukta olmasından sonra, burasının bu kadar teknolojik olmasını biraz garipsedik:)
- Nakit çalışan yerler de var tabi. Mesela Yonah Knish, Lombardi’s Pizza gibi Ama bunun yanında sadece kartla çalışan yerler de var.
Restoranlar & Cafeler
- Tompkins Square Bagels: East Side Village’te yer alan bagellarını, krem peynirlerini, çeşit çeşit tofulu ekmek üstü sürmeliklerini kendi yapan muhteşem bir bagelci. İçerisinde 3-5 masa da var, yumurtalı vs. kahvaltı da veriyorlar. Susamlı bagele; zeytinli krem peyniri ve kırmızı köz biberli seçince benden mutlusu olmuyor :) Birkaç farklı bagel siparişi tecrübemizden sonra ne kadar az, ne kadar kendi seçtiğin, o kadar lezzetli ve ekonomik olduğuna karar verdik :) Tahtada yazanlardan birini seçince hep hüsrana uğradık :) O yüzden siz de kendi bagelinizi kendiniz yapın bizce.
- Absolute Bagels: Youtube’ta izlediğimiz NYC’ta denenmesi gereken 13 lezzet videosundan sonra Kuzey’e doğru onca yol gidip kendi bagellarını yapan yeri denedik. Bu sefer daha da sade seçip, haşhaş tohumlu bagel ve kuru domatesli krem peynirinden bir bagel istedim. Bageli gördükten itibaren ağzımın suyu akarak bir güzel yedim. Burdaki bagel nispeten diğerlerine göre daha küçük, çıtır çıtır, tazecikti. Sıraya girip bir tane daha yemek istedik ama sonra vazgeçtik :) Burayı görmeden lütfen dönmeyin :)
- The Smith: NYC’ta birçok şubesi bulunan the Smith; klasik kahvaltıları, akşam yemeği ile havalı bi bistro. Biz de iş arkadaşlarımın aracılığı ile 2 kez burada kahvaltı yaptık. Klasik maple şuruplu pancakeleri, ekmek üstü açık sandviçleri, Eggs Benedict ve diğer yumurta çeşitleri ile oldukça fazla seçenek barındıran kahvaltı menüsüne sahip. Tuzlu karamelli pancakeleri cidden çok lezzetli. Ama bunu bir kişinin bitirip nefes almaya devam edebilmesi mümkün mü bilemedik:) Eggs Benedict veya somonlu tostu da deneyebilirsiniz; hem daha doyurucu hem de daha sağlıklı. Fiyatlar biraz pahalı burada, onu söyleyelim.
- Los Tacos 01: Bu seyahatimizde en çok aklımızda kalan yer tartışmasız Chelsea Market’in içerisinde yer alan bu tacocu oldu. İlk önce tüm taco çeşitlerini denedik, sonra gözümüz döndü ve birer de quesadilla istedik. Döner etinden taco yapma kültürü de bildiğimiz kadarı ile Meksika’ya göç eden Lübnanlılardan geçmiş. Bu lezzeti tattıktan sonra Meksika’ya gitmeyi iple çekiyoruz. (Henüz plan yok.)
- Oyster Place: Chelsea Market’inde yer alan bu istiridye dükkanında birbirinden farklı istiridyeler alıyor. 2 kişi için tadımlık tabakları da var ama birimiz istiridye yemediği için ortaya karışık 2-3 farklı istiridye aldık. En son Barcelona’daki markette yemiştim, o istiridye değilmiş onu anladım. Deniz ürünleri fanları burayı mutlaka listenize ekleyin.
- Burger & Lobster: Burası ıstakozlu hamburger yapan daha çok ıstakoz ağırlıklı menüye sahip bir restoran. Biz de bir akşam üzeri rezervasyonsuz gidip rahatça yer bulabildik. Istakozlu hamburger yanında patates kızartması ve minik bi salata ile servis ediliyor. İki kişi için bile yeterdi bu porsiyon. Değişik tatlar denemek istiyorsanız buraya gelmenizi öneririz. Kendi yapımları biraları da var, inanılmaz lezzetliydi. Fiyatlar tabi burada da yine birkaç tık pahalı.
- Katz’s Delicatessen: NY’de yenmesi gereken lezzetlerin başında gelen 1888 yılından beri hizmet veren ve neredeyse dünyadaki tüm lezzet düşkünlerini misafir eden Kat’z Deli; löp et sevmeyen bana bile bu pastrami sandviçini afiyetle yedirdi. Mekan dekorasyonu inanılmaz nostaljik, her yer ışıklı, duvarlar hep buraya gelen ünlülerin fotoğraflarıyla dolu. Eski usül sipariş şeklinden lezzetine kadar adete bir müze tecrübesi yaşatıyor Kat’z. Bizim favorimiz pastrami oldu ve direkt bu kocaman pastrami sandviçi söyledik. Porsiyonu kocaman, o yüzden mutlaka paylaşın. Fiyatı (22.5 $) ise biraz iddialı. Ama iki kişi olunca yine fena değil. Biz yan masadan patates kızartması görüp hemen istedik. Meğer porsiyon 4-5 kişilik içinmiş, biz ettik aman siz etmeyin. Sandviç yetiyor zaten ekstra patatese hiç gerek yokmuş. :(
- Yonah Schimmel’s Knish Bakery: Bir diğer 1910’dan beri hizmet veren pastane. Knish denen kocaman içerisinde patates, ıspanak, peynir veya çeşitli başka sebze konularak fırında yapılan bu yuvarlak hamur işi tipik bir Doğu Avrupa lezzetliymiş. 1900’lerde buraya gelen Yahudilerin böyle küçük küçük tatlı dükkanları günümüze kadar süregelmişler. Mutlaka buraya gelip, bu tarihi pastaneden bir Knish yemeden dönmeyin :)
- Johny’s Luncheonette: En sevdiğimiz kahvaltıcılardan biri. Bara oturuyorsun ve enfes yumurta – pancake menüsünden bir seçim yapıyorsun. Peynirli ve baconlu çırpılmış yumurtaları ve yumurtalı burritoları enfes!
- Veselka: Burası da eskilerden günümüze kadar gelen Ukrayna restoranı. Kahvaltı, brunch ve akşam yemeği ile günün her öğününde buraya gelip bir şeyler deneyebilirsiniz. Biz akşam yemeği için gidip Pierogi denen bir çeşit mantıdan söyledik. Ve Borscht denen havuçlu, pancarlı vejeteryan çorbadan söyledik. Çorbayı çok beğendik, günler sonra çorba içince çok iyi geldi. Evde de kendimiz deneriz biz. Mantı eh işteydi, sıradan geldi. Ancak bu restorana gelmenizi kesinlikle tavsiye ederiz, sabah kahvaltısı için olur, akşam için olur nası isterseniz :)
- John’s of Bleecker St: Dekoru, ambiansı, çalışanları, sipariş şekli, hamurunun lezzeti, malzemelerinin kalitesi, sosunun güzelliği ve sunumu ile baştan sona muhteşem bir pizzacı. Pizzaların L ve XL olmak üzere iki boyu var ve bir yarısını başka, diğer yarısını başka söylemek de mümkün. Biz bi yarısını mantarlı, diğer yarısını margherita söyledik. Her bir lokmasının tadını çıkara çıkara, hayran kalarak yedik. Sosu, hamuru, kıvamı gerçekten yediğimiz güzel pizzalardandı. Buraya mutlaka ama mutlaka gidip dekorasyonunu ve pizzalarını görün tadın.
- Joe’s Pizza: Burası da ayak üstü dilim pizza ile ün salmış diğer bir pizzacı. Bir akşam burayı denedik ancak bizce Joe’s övüldüğü kadar değilmiş. Ne malzemesi ne hamuru öyle özenli değil, sıradan bi dilim pizzacıdan farkı yok bizce. Yakınlardaysanız ancak bir dilim alıp yorumlarınızı söyleyin bize :)
- The Prince Pizza: Önünde sürekli uzun kuyruklar gördüğümüz için giremediğimiz dükkan :) Son gün sabah erken saatlerde bi baktık önünde kimse yok ve atladık! Kalın peynir tabakası, enfes hamur ve çıtır kenar. New York usulü pizza denemek isterseniz burayı da mutlaka listenize ekleyin :)
- Lombardi’s: 1905’te açılan ve Amerika’nın en eski pizzacısı olarak geçen Lombardi’s Little Italy’de yer alıyor. 1980’lerde uzun yıllar kapalı kalıp tekrardan açılmış. Pizzaların yine küçük ve büyük seçenekleri var, 2 kişi için büyük yeterli oluyor. Biz söylediğimiz Margherita’nın hamurunu çok ince ve kuru bulduk. Biz biraz daha kalın, içi sulu pizza seviyoruz. Pizza fanı iseniz sırf görmek için deneyebilirsiniz ama değilseniz de burayı atlayabilirsiniz. Fiyatları da pahalı, ayrıca tamamen tek kullanımlık tabak, çatal, bıçak kullanıyorlar. Pizzalar o kadar pahalı ancak içeride her şey kullan at olarak servis ediliyor :(
- Xi’an Famous Foods: Kendi noodlelarını yapan zincir bir Çin restoranı. Bir sürü seçeneği bulunuyor; biz kimyonlu kuzulu bir tane, bir tane de sebzeli aldık. Noodleları taze el yapımıydı. Kalın ve buram buram tazelik akıyor.
- Excellent Dumpling House: Önünden geçerken ayak üstü dumplinglerini (asya usulü mantı) görünce hemen canımız çekti ve yolda yemelik sebzeli ve kızartma olanlardan aldık. Çok beğendik dumplingleri, çıtır çıtır, malzemesi de çok lezzetliydi. Keşke fırsatımız olsaydı da oturarak sulu olan dumplinglerden de yiyebilseydik.
- BCD Tofu House: Korean Town’da yer alan bu Kore restoranında Bibimbap denen pirinçli, sebzeli ve üzerinde de tek göz yumurta ile servis edilen yemeği denedik. Asya yemeklerini seviyorsanız burada mutlaka Bibimbap deneyin. Ortaya da kimchi vb. turşular atıştırmalık olarak geliyor.
- McSorley’s Old Ale House: East Village’te yer alan bar; ayakta durmalı, içerde de paylaşmalı masaları olan eski usul bir Irish pub. Hatta yerlerde talaş bile var. Light ve dark olmak üzere 2 tip biraları var. Amerika’nın da en eski barı diye geçiyor. John Lennon da gelirmiş buraya <3. Bi akşam ortamı görmek için mutlaka buraya uğrayın.
Kahve & Tatlı
- La Colombe: Şehrin zincir olup kaliteli kahvecilerinden biri olan La Colombe’nin Lafayette şubesinin dekorasyonu inanılmaz güzel. Kafenin orta yerinde yer alan yuvarlak kahve barı var ve ödeme sistemleri falan çok havalı :)
- Brooklyn Roasting Company: Kahvelerini kendileri kavuran Brooklyn asıllı güzel bir kahveci. Biz Flatiron’da yer alan şubesine birkaç kez gidip yorgunluğumuzu attık. Manhattan’da oturmalı kahveci bulmak zor olduğundan burayı kesin not edin :)
- For Five Coffee: Hem kahve kavurucu hem de kahve hizmeti veren yeni nesil kahvecilerden. Times Square civarında yorulunca mola verilebilecek bir kahveci. Ordaki beyaz yaka topluluğunun kahve molasına da denk gelip onları incelemek de pek keyifli :)
- Levain Bakery: New York’un olmazsa olmaz tatlıcılarından biri. Minicik bir dükkan ve hafta sonu kapısında kuyruğu eksik olmuyor. Toplamda 4 farklı kurabiyeleri var; biz en çok tavsiye edilen çikolata parçacıklı cevizliden ve fıstık ezmeli bitter çikolatalıdan birer tane aldık. Tabi ki cookieler inanılmaz büyük; bi tanesinin sadece yarısını bitirebildik. New York’a gitmişken bir kez tadını bakıp denenmesi gereken yerlerden.
- Dominique Ansel Bakery: Bu pastanenin en meşhur tatlısı Cronut denen tatlı; pastaneye adını veren Dominique Ansel tarafından bulunmuş ve epey popüler olmuş. Hamuru kruvasan hamuruna benziyor, içi de kremalı ve her ay değişen bir aroma ile dolduruluyor. Sonra da üzüm çekirdeği yağında kızartılıyor. Bizim şansımıza ayın aroması yabanmersini & antep fıstığıydı. Tabi çok yağlı ve sağlıksız bir tatlı ama bir kez deneyebilirsiniz bizim gibi. Hafta sonları sırası eksik olmuyor, hafta içi gitmenizi tavsiye ederiz.
- Lady M Cake Boutique: Birkaç şubesi olan bu tatlıcı da krep gibi kat kat hamurdan oluşan pastalar yapılıyor. Yeşil çaylı, çikolatalı ve çeşitli seçenekleri var. Yeşil çaylı olan denemeye değer ve tatlılar da aşırı şekerli değil şehirdeki diğer tatlıların aksine :) İçerde 3-4 masalık oturma yerleri de var dilerseniz oturarak kahve ile tatlı ikilisi deneyebilirsiniz.
Brooklyn
- Brooklyn Ice Cream Factory: Brooklyn Köprüsü’nün hemen altında yer alan eski usül dükkanda dondurmalar ve shakeler mevcut. Biz dondurma yedik, açıkcası çok süper bir lezzet değildi ama yine de o taraflara giderseniz hava da güzel olursa dondurma deneyebilirsiniz. Ya da bol kalorili shakelerini deneyebilirsiniz :)
- Juliana’s: Brooklyn’e gittiğim turdaki rehberin önerisi olan bu pizzacı; ona göre New York’taki en iyi pizzacıymış. Dilim satmadıkları için tek başıma gidemedim ama aklım çok fena kaldı. Brooklyn civarlarında acıkırsanız ve pizza isterseniz bi deneyin bakalım :)
- Di Fara: Bu pizzacıda birçok kişi tarafından New York’un en iyi pizzası olarak gösteriliyor. Yaşlıca bi dede var, hala fırının başında o varmış. Yeri de öyle merkezde değil ama ona rağmen insanlar taa nerelere gidip buranın pizzalarını denemek istiyorlar :)