Nerede?
Akra’dan 220 km kuzeydoğuda yer alan Wli Şelalesi Togo sınırında yer alıyor. Gana’ya gelmeden bu şelaleye çok gelmek istemiştik ancak biraz uzak olduğu için de emin olamamıştık. Diğer Gana yazımızda bahsettiğimiz gibi biz Akosombo’ya ulaşıp bi gece orada konaklayıp sonra ertesi gün sabahtan yola çıkarak şelaleye vardık. Yolda karşılaştığımız diğer gezginlerle konuşunca Alman çiftin yerinde, Waterfall Lodge at Wli, kalmak istedik ve bi gün öncesinde rezervasyon yaptırdık.
Waterfall Lodge at Wli
Konaklama yerine varınca yolculuk yorgunluğu, huzursuzluğu, araba kiralamanın suçluluğu uçup gitti. Kocaman bi alan arasında, türlü türlü tropik ağaçların altında (hindistan cevizi, papaya) tek katlı birbirinden ayrı bungalovlarla özenle yapılmış bi yer. Hayatımızda görmediğimiz ananas bitkisi, bi yanda şelalede gün batımı, yağan yağmur hepsi tüm yorgunluğumuzu alıp götürdü, nerde olduğumuzu hatırladık.
Yerin sahibi yaş almış Alman çiftle taşınıp, bi parça Almanca konuşup odamıza eşyaları yerleştirdik. Tuvaleti içerde olan odamızı görünce sevindik! Sade, genişçe temiz bir odaydı. Odaya eşyaları bırakıp çardağa gidip menüyü incelemeye koyulduk. Berlin’den bildiğimiz Currywurst, bizim yemeğimiz Kısır (Kuskus) gözümüze çarptı. Birimiz kuskus birimiz pilavlı sebzeli bi yemek söyledik. Çardakta bi alman amca, insanın aklına ilk düşebileceği yaş almış bira göbekli, beyaz saçlı, mavi gözlü ve neşeli biri selam verdi bize. Napıyorsunuz ne ediyorsunuz derken hem onların hikayelerini öğrendik hem de biraz kendi hikayemizden, Berlin’de yaşadığımızdan ve Gana seyahatimizden bahsettik.
Yemeklerimiz gelip karnımız doyunca, insanlarla iletişime geçince kendimizi evde, sıcak bi yerde hissettik. Ay ne güzel bi yer burası, sakin, her taraf yem yeşil, ağaçlar, şelale derken hayran hayran şelaleye yürüdük.
Şelale
Yürüme mesafesindeki şelalenin bilet alma gişesine gidip ödeme yaptık. Şelalede iki farklı yürüyüş rotası var, biri aşağıdan yokuşsuz, hem kısa hem kolay olan, diğeri ise yukarıdan şelaleye ulaşan daha uzun, daha zorlu bi yol olmak üzere.
Biz yol yorgunluğu sebebiyle kısa yolu yürümek istedik ve gişede bizi alıp yürüyüş yolunun başlangıcına götüren sarhoş rehber 45 dakikaya varırsınız dedi. Biz de başladık ağaçların arasında, nemli ormanda yürümeye.
Şelale Batı Afrika’nın en büyük şelalesi ve bu alan bir sürü kuş ve kelebek türüne ev sahipliği yapıyor. Yürüyüş boyunca ancak biz az sayıda kelebek görebildik.
Yürüyüş boyunca da saate bakarak 40 dk. oldu mu, daha gelmedik, acaba doğru yerde miyiz derken sonunda şelale göründü. Baya görkemli bi şelale, aşağıdan baktığımızda insanda hayret uyandırıyor.
Biz vardığımızda toplu öğrenci grubu ayrılmak üzerelerdi, onlar gidince şelale neredeyse bize kaldı birkaç küçük genç dışında. Biz de eşyalara göz kulak olmak için önce birimiz girdi suya, sonra diğerimiz. Bizim aklımızda olan kaynak suyu soğukluğunu Antalya’daki Köprülü Kanyon veya Fethiye’deki Saklıkent’teki gibi hayal etmiştik ama hiç de öyle değilmiş. Suya girerken titretmeyecek şekilde bi ısı; bizi de aa bu muymuş oh be diye hemen girmeye teşvik etti.
Suya girip serinleyince bi posta daha gerginliğimiz yorgunluğumuz gidip enerjimiz değişti. Ne güzel bi yermiş diye konuşa konuşa geri dönüş yolunu gençlerden biriyle döndük. Yolda karşımıza bi de küçük bi kız çıktı, sırtında bebek nefes nefese korkmuş bi şekilde geldi. Biz de korktuk, iyi misin yardıma ihtiyacın var mı dedik ancak pek konuşmak istemedi bizle. Kucağındaki bebeğin kardeşi olduğunu ve yardıma ihtiyacı olmadığını söyleyip konuşmayı sonlandırdı. Köye kadar bu rehber genç çocuk ve kızla beraber yürüdük pek konuşmadan.
Yolda bi de yağmur yağmaya başladı, biz de bu kız hakkında konuşmaya başladık. Ormanda, sırtında bi bebekle nası bi cesaret, ya o olsa ya bu olsa vs. konuştukça kıza iyice şaşırıyoruz çok absürt bir şeymiş gibi.
Neyse bi yarım saat sonunda köye vardık, hava cillop gibi oldu. Gökyüzündeki ışık, serinlik, ağaçların yağmurdan yemyeşil olması hayretliğinde rehber gence veda edip ayrıldık. Yolda bizi gişedeki ilk rehber gördü ve yanımıza gelip bize sarıldı. O arkadaşım nasıldı, beğendiniz mi derken bu samimiyete anlam veremedik ama pek bir şey de diyemedik. Adam bayağı artık zil zurna sarhoş olmuş. :)
Alman çiftin yerlerine geri döndük, akşam yemeğini 2 saat sonra yemek için sipariş ettik. (Gana’da böyle oluyor bu işler) Duş alıp temizlendikten sonra tatlı tatlı yağan yağmurun altında çardakta oturup kuşları izledik. Yağmurla beraber her yer bayram etti.
Öğlen tanıştığımız yaş almış amcamız ve eşi ile çardakta sohbete koyulduk. Onlar da 30 yıl kadar önce bu kıtaya ticaret yapmaya gelirken Togo’da tanışmışlar. Sonra 20 yıl önce Gana’da bi ev alıp 6 ay burada 6 ay Almanya’da yaşamaya başlamışlar.
Akşam yemeğini onlarla beraber yedik, bi de bizim dışımızda genç bi çift daha vardı. Bu genç çift erkenden odalarına gitti. Onun dışında biz hep beraber oturup onların hikayelerini dinledik. Aklımızdan geçen sorularımıza , kaç yıl önce buraya nası gelmişler, nası yapmışlar, hiç korkmuyorlar mı burada yaşamaktan (hastane vs.) gibi, cevap verdiler. Sahiplerinden teyze yılandan çok korkuyormuş ve bi gün yılan görüp iki gün konuşamadığını, sesinin çıkmadığını anlattı. :S
Onları dinleyince bu gibi korkuların, düşüncelerin sadece biz de olmadığını, onların da insan olduğunu benzer endişelerini olduğunu fark ettik. Onlara imrenerek, korkularını da görerek ilerde biz de böyle bir şey yapalım diye niyet ettik. Şimdiden bu niyetlerimizi evrene yollayalım ki, o zamana kadar hazır olması için tohumlar yeşerebilsin. :)
Ertesi sabah nizami bahçeyi gezerek (Alman olma etkisi), şelaleye bakıp gün doğumunu izleyerek modern insan alışkanlıkları olan kahvemizi içtik. :) Uzun süredir yemediğimiz peynir görünce kahvaltıda sevinç dolup keyifle kahvaltımızı ettik. 8’de de şöförlü kiraladığımız araba geldi, insanlara veda edip oradan ayrıldık.
Arabamızı görünce yine aldığımız karar bizi üzdü, bi daha seyahat ederken önceden bütün planı yapmamak üzerine konuştuk, biraz plansız olmak, açık kapı bırakmak iyidir.
Şöförümüz de bizi 3-4 saatlik yolculuğun sonunda diğer cennet Meet Me There African Lodge’a bıraktı.