Şehrin Tarihi
7 tepeli Edinburgh Şehri kayaların üzerine kurulu olup, çok eski yapılara ev sahipliği yapıyor. Eski Şehir’deki bazı yapılar ise taa Bronz Çağı’na kadar dayanıyor, bunlardan biri de Edinburgh Kalesi. Eski şehirdeki diğer binaların tarihi ise Orta Çağ’a kadar uzanıyor.
Şehrin binaları ve yapıları ise çoğunlukla kum taşından oluşuyor. O sebeple hava kirliliği ve yangınlar vs. havada ne varsa taşlar onları çektiğinden zamanla bu kapkara rengi alıyor. Bu mimari ve binaların rengi şehre çok ayrı bir hava katmış. Ayrıca şehir eski zamanlarda birçok sorunla karşılaşmış; hava kirliliği, soğuklar ve yangınlar gibi. 1824’te çıkan büyük bir yangınla Eski Şehir’deki bazı yapılar tamamen hasar görmüş.
Yeni şehir ise yaklaşık 300 yıldır var olup; çoğunlukla yerleşim yerleri ve alışveriş caddelerine ev sahipliği yapıyor. Buradaki evler de yine aynı şekilde bu kum taşlarından yapılmış.
Şehir entellektüel bakımdan da zengin, birçok insanın yolu Edinburgh’tan geçmiş. Örneğin Adam Smith bi süre burada yaşamış. Royal Mile denen caddede bir heykeli bulunuyor.
Ayrıca İskoçya kendini hep Yunanistan gibi görmek istemiş. O sebeple şehirde bolca Yunan esintileri insanın gözüne çarpıyor. Mesela Calton Tepesi’nde Atina’daki tapınak olan Acropolis’i andıran bi mimari yer alıyor. 1800’lerde bunun yapımına başlanmış, ancak sonradan tamamlanmamış. Aşağıda bahsettiğimiz Royal Mile Caddesi’nde de bi yunan esintili heykel yer alıyor.
Eski şehirde özellikle gezerken tünelli yapılar aracılığı ile bi sokaktan diğer sokağa geçmek çok eğlenceli. Hem de bazı tüneller manzaraya açılabiliyor.
Kaç gün ve nerede kalalım?
Biz 2 gece, 3 gün Edinburgh’ta geçirdik ve tadı damadığımızda kaldı. Londra gibi büyük bir şehirden Edinburgh’a gidince (otobüsle 9-10 saat sürüyor) cennet gibi geldi. Sakin, her yer yürüme mesafesinde, büyük şehir koşturmasından uzak olan bu tarihi şehri biz çok sevdik. Bir daha gitsek 1-2 gün daha fazla kalmak isteriz ve hatta 2-3 günde Highlands’e ayırıp orayı gezerdik. Doğa gezileri, viski tadımları için Highlands biçilmiş bir kaftan.
Edinburgh şehri Eski ve Yeni Şehir olmak üzere 2 bölgeye ayrılmış gibi diyebiliriz. Bütün müzeler, çoğu gezilecek yerler Eski Şehir’de. Biz bütçemize göre bi yer bulup Yeni Şehir’de bir airbnb odasında kaldık. Yarım saate Eski Şehre yürüyebildik, bir kezde otobüse bindik. Özetle Yeni Şehir’de de kalıp gayet yürüyerek gezebilirsiniz.
İskoçya için hangi vize gerekli?
Birleşik Krallık vizesi aldınız mıydı İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda ve birkaç adayı gezmek mümkün.
Gezilecek Yerler & Müzeler
- Diagon Alley (Victoria Street): Eski şehrin şüphesiz en renkli, meşhur sokağı burası. Kraliçe Victoria tahta geldikten sonra onun adıyla da bu sokak anılmaya başlamış. Grass Market ile Edinburgh Kalesi’ni de bağlayan bir sokak. Biz de bu meşhur sokakta Fast & Furious‘un yenisinin çekimine denk geldik. :)
- Greyfriars Bobby: 1800’lerin ikinci yarısında yaşayan gece nöbetçisi John Grey’in sadık köpeği Bobby’nin şehirde (19 Candlemaker Row’da) heykeli bulunuyor. Sahibi öldükten sonra tam 14 yıl boyunca mezarının başına gidip gidip durmuş. Bu sadık Terrier cinsi köpeği halk da bağrına basmış tabi. O sebeple şehirde bu adla bar bile bulunuyor. Bobby’nin heykeli de bu barın önünde yer alıyor. Bobby’nin burnunu okşamanın uğur getirildiğine inanılıyor, o sebeple herkesler gelip geçerken köpişin burnuna dokunuyor.
- Greyfriars Kirkyard: Köpek Bobby’nin heykeline çok yakın olan bu mezarlıkta; Bobby’nin ve sahibinin de dahil olmak üzere şehrin ünlü insanlarının da kabirleri yer alıyor. Mezarlıklar oymalı, işlemeleriyle sanat eseri resmen. Şehrin merkezinde yer alan bu mezarlığı mutlaka ziyaret edin.
- Royal Mile: Eski şehrin ana sokaklarından biri olan Hight Street‘in başından sonuna yani saray ve kale arasındaki yol yaklaşık 1 mil. O sebeple bu yola Royal Mile, One Mile Road gibi isimler verilmiş. Sağlı sollu dükkanları ile viski, İskoş ekosesi, merino yününden ürünler bulmak mümkün.
- Grass Market: Bu meydan 1470’lerden itibaren tüccarların alışverişini gerçekleştirdiği bi alan olarak kullanılmış. Daha sonraları ise bu meydanda halka açık idamlar gerçekleşmiş. Şimdilerde yer alan barların restoranların bazılarının ismi de o zamanı çağrıştırıyor. The Last Drop ve idama mahkum edilmiş ama enteresan bi şekilde ölmemiş olan kadın Maggie Dickson adında meydanda barlar yer alıyor. Yüzyıllar geçince yerlerin kullanım amacının değişmesi çok enteresan değil mi? Kim bilir burası bi 200-300 yıl sonra neye dönüşecek?
- Arthur’s Seat: Bu zirve milyon yıllar önce yok olan bir yanardağmış. Şimdilerde ise Edinburgh’un merkezinden yürüyerek ulaşılan bu tepeden şehrin muazzam panaromik manzarasını görmek için tercih ediliyor. Bi tarafta liman ve deniz manzarası, bi tarafta eski şehir. Tepeye çıkmak için birkaç farklı başlangıç noktası mevcut; biz İskoç Parlamento’sunun oradaki noktadan (Yeşil yol) tırmandık. Tırmanış 40-45 dk gibi sürdü; yol boyunca sonsuz yeşillik, sessizlik ve deniz manzarası da bize eşlik etti. İnerken de yukarıdaki linkteki kırmızı rotadan indik ve muazzam manzaralar vardı.
- Leith mahallesi: Merkezden yarım saat otobüs uzaklığında bir liman mahallesi. Sakin ama kafesi, barıyla da aynı zamanda canlı bi yer. Kanal kenarında yürüyüş yapıp, sonrasında bir cafede dinlenmek için çok tatlı bir yer. Biz burayı biraz Karaköy’e de benzettik, böyle birkaç avluya girip coworking alanlarına, kahvecilere denk geldik. Eskiden buradan tren de geçiyormuş; şimdi o bölge cafelere ve iş yerlerine ev sahipliği yapıyor. Koca bir devlet dairesi binası da vardı.
Ayrıca Kraliçe Elizabeth’in dünya turuna çıktığı gemi burada yer alıyor. Biz gemiyi görelim diye ilginç yerlere çıkıp sonrasında vazgeçip geri döndük :)
- Rose Sokağı: Yeni Şehrin alışveriş caddesi olan Rose trafiğe kapalı bir sokak. Üzerinde bilimum bilinen markalar yer alıyor.
- Central Library(Ücretsiz): Şehrin hemen merkezinde yer alan bu kütüphaneye girmek ve kitapları karıştırmak ücretsiz. Hem de çantaları vs. güvenliğe göstermeden, dolaplara koymadan özgürce gezebilmek :) Biz son zamanlarda gittiğimiz yerlerin halk kütüphanelerini de geziyoruz. Bazı kütüphaneler gerçekten hem yapı itibariyle hem kocaman okuma-çalışma salonları ile muazzam oluyor.
- Writer’s Museum (Ücretsiz): Çok güzel bir meydanda yer alan bu müzede haliyle İskoçya’nın ünlü yazarları ile tanışmak ve hikayelerini öğrenmek mümkün.
Bu müzede ayrıca şöyle bir hikayeye de rastlamak mümkün: Bir dönem (eski zamanlarda) Edinburgh’ta çok fazla hırsızlık oluyormuş, kimse ne olup bittiğini anlayamamış. En sonunda hırsızı yakalayabilmek için insanlar evlerindeki merdivenlerin bi basamağını diğerlerinden daha farklı yapmışlar ki; hırsız bunu fark edemeyip tökezleyebilsin. Bu deneme %50 başarılı olmuş deniyor. Bu basamak yapısını bu müzenin içerisindeki merdivenlerden birinde ya da binanın dış cephesinde de basamak örneklerini görebilmek mümkün.
- National Museum (Ücretsiz): Sanat,, Bilim, Teknoloji, Doğa, Tarih ve Arkeoloji ile ilgili bir sürü eserin bulunduğu çok katlı bu müzede yok yok. Biz maalesef kapanmasına kısa bir süre kala girip Bilim ve Teknoloji bölümünde çok etkilendik. Bu bölüm hem de baya etkileşimliydi, yazıları okuyup sonra oradaki cihazları vs. ellemek oynamak mümkündü. Ayrıca klonlanarak dünyaya gelen ünlü kuzu Dolly İskoçya’lıymış :) Keşke daha vaktimiz olsa dediydik.
- Museum on the Mound (Ücretsiz): İskoç Bankası’nın ana merkezinde paranın ve bankacılığın tarihi üzerine ilgi çekici başka bi ücretsiz müze daha. Vaktiniz varsa burayı da listenize ekleyebilirsiniz.
- İskoçya Parlamentosu (Ücretsiz): 20 yıldır var olan İskoçya parlamentosunu gezip, düzenlenen turlara katılmak mümkün. Ayrıca meclisin yaptığı konuşmaları da canlı dinlemek de mümkün. İçerisinde yer alan kafede oturup bir çay-kahve molası da verebilirsiniz.
- Edinburgh Kalesi: Şehrin tepesine kayalığa Demir Çağı Dönemi’nde kurulmuş olan bu kale Avrupa’nın en eski kalelerinden biriymiş. Döneminde kraliyet sarayı ve askeri orduda burada yer almış. Maalesef bu kaleye giriş biraz pahalı; kişi başı 17.5 Pound. Biz girilebilir yere kadar girip etrafı inceledik, meydan ve şehir manzarası da çok güzeldi. Artık başka bahara gideriz kaleye :)
Yeme İçme
- Dishoom: Hindistan’ın gururu olan Birleşik Krallık’taki ülkelerde bulunan Dishoom geleneksel hint mutfağını modern dokunuşlar ile küçük paylaşımlıklarla dünyaya tanıtıyor. Biz de önce Londra’da görmüş, 3 kez denemiş (rezervasyon almıyorlar) ama girememiştik. Edinburgh’ta sıra olmadan pıt diye kendimizi bi masada buluverdik. En meşhur yemekleri olan Black Dal (kara mercimek yemeği), Pav Bhajilerine bayıldık. Bu mercimek yemeği 24 saat güveçte piştiğinden, muhteşem bi lezzete sahipti; baharatları çok yerinde, ekmek banmalıktı. Fiyatları çok uygun değil ama böyle bir yer için kesinlikle değer.
- Bross Bagels: Yine kaldığımız mahallede yer alan ve şehirde birkaç şubesi daha bulunan bu bagelcıda nispeten daha ucuza kahvaltı yapmak mümkün. Biz bi tane kendi isteğimize göre, bi tane de yumurtalı olan onların seçeneğinden sipariş verdik. Bagellarını beğendik baya lezzetliydi. Ancak tek bir şeyden hoşnut olmadık, içeride masada oturmamıza rağmen hem bagellar hem de kahveler tek kullanımlık kaplar, bardaklarda geldi. :( Hem oturmalı olup hem böyle servis yapan yerleri anlamıyoruz.
- Ting Thai Caravan: Öğrencilerin ve gençlerin mekanı Tayland yemekleri yapan bu Asya restoranı baya popüler. Biz de öğlen yemeği için yakınlarda olunca hadi burayı deneyelim dedik ve vejeteryan/yeşil körili bir kase ve yanına da pilav istedik. Sebzeli körinin sosuna bayıldık, bir parça acı, körisiyle çok lezzetliydi. Her yerde kartın geçtiği Edinburgh’ta burada kart geçmiyor, aman dikkat.
- The Edinburgh Larder: Önce Londra’ya oradan da Edinburgh’a geldiydik. Tatil boyunca hiç böyle fasulyeli, sosisli ya da avakadolu vs. bir şey yemedik. Hadi Edinburgh’ta deneyelim dedik ve 15 dk bekleme sonunda merkezin merkezinde yer alan burada kahvaltı yaptık. Bi Full English Breakfast bir de porridge (sıcak yulaf ve meyveler) söyledik. Bu fasulyeli, domuz sosisli tabak çok ağırdı, yedik ama pek de keyif almadık. Porridge’te de böyle sevmediğimiz çok tatlı bi tat vardı. O sebeple biz burayı çok beğenemedik ve biraz fazla pahalı bulduk. Kahvaltı için 2 kişi kahveyle beraber 25 pound civarı ödemek bazen canımızı acıtıyor. Siz gitmek isterseniz en azından poşe yumurtalı diğer seçenekleri tercih edin deriz.
- Oink: Şehrin meşhur sokağı Diagon Alley nağmı diyar Victoria Sokağı’nda da şubesi bulunan bu domuz (pulled pork) sandviççi küçük açlıklar için çok makul bir durak. Hem ekonomik hem de lezzetli bu sandviçi mutlaka deneyin.
- The Bow Bar: Bu meşhur Victoria Str.’de yürürken bu barı görünce hemen içine girmek istedik. Ahşap bar ve masaları, dekoru ile gerçekten çok güzel bir bar. Bir sürü farklı çeşit fıçı birası da yer alıyor. Biz hem bira içtik, hem de barmenin önerisi olan Highland viskilerinden Glencadam denedik. Normalde viski hiç sevmeyiz, ama bu çok güzeldi.
- Jolly Judge: Yukarıda bahsettiğimiz Writers’ Museum’un olduğu meydanda bulunan bu yer altı barı da pek otantik. İçerisi de yine çok hoş ama pek ışık almıyor. Burada yine biz fıçı biralarından birkaç tane denedik çok lezizdi.
- The Bross Monkey: Bizim kaldığımız bölgede yer alan daha çok gençlerin geldiği bi bar. Biz de akşam yemeği yerine bir şeyler atıştırmak ve bira içmek için buraya geldik. Siz de yakınlardaysanız uğrayabilirsiniz.